Nasıl gazeteci oldum?
Nasıl gazeteci oldum?
Gazeteci nasıl olunur, hiç düşündünüz mü?
Öyle hemen “Önce İletişim Fakültesi bitirilir, mezun olduktan sonra biraz gezilir tozulur, sonra bir medya grubunun insan kaynakları müdürü ile bir iş görüşmesi ayarlanıp, akabinde de işe başlanır.” diyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Bunun olması için, ya o medya grubunun patronunun çocuğu olmanız ya da çok önemli bağlantılarınız olması gerekir.
Ben gazetecilik hayatımda, insan kaynakları müdürünü sadece gazeteden atılacağım zaman gördüm. Bizim meslekte iş görüşmesi yapılarak adam alınmaz. İnsan kaynakları müdürleri ancak adam atılırken ortaya çıkarlar.
Bakın ben nasıl gazeteci oldum, onu anlatayım da, görün bakalım gazeteci nasıl olunuyormuş…
Devlet okulunda bedavadan ilk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Basın Yayın Bölümü’ne girdim. 4 yılda mezun oldum ama diplomamı okuldan almadım. 35 yıllık gazeteciyim, şimdiye kadar da kimse “diploman nerede”? demedi.
Bizim okul o zamanlar özel yetenek sınavı ile öğrenci alıyordu. Biz de üniversite sınavının haricinde üç özel sınavdan geçerek okula girmeye hak kazanmıştık. Fakülte yönetiminin hazırladığı tanıtım kitabında, her birimizin birer yazı işleri müdürü ve genel yayın yönetmeni olarak mezun olacağımız yazıyordu. Yani sadece 4 sene okuduktan sonra bütün gazete patronları kapıda, gazetelerine yönetici olmamız için bizi bekliyor olacaktı. Okul yönetiminden kimse, bize “muhabir olacaksınız,” demiyordu ama ben muhabir olmaya kararlıydım.
Okulun ilk döneminin ortalarında, ünlü karikatürist Nehar Tüblek bir konferans için Eskişehir’e gelmişti. Tabi Nehar Tüblek’in okula geldiğini duyan gazeteciler de haber aşkıyla bizim üniversiteye doluştular. Ben konferanstan çok, ikide bir yerinden kalkıp, Nehar Tüblek’in fotoğrafını çeken kısa boylu, saçı olmayan ve gözlüklü adamı takip ediyordum. Adam sanki gazetecilik yapmıyor da, 40 kişilik senfoni orkestrası yönetiyordu. Fotoğraf makinesinin deklanşörüne o kadar ciddi basıyordu ki, gören adamı sağa sola Mühr-ü Süleyman’ı basan Sultan Süleyman zannederdi.
Sordum soruşturdum, meğer Hürriyet Haber Ajansı büro şefiymiş. Gittim birkaç kez tanışmayı denedim ama ne mümkün, her seferinde kıvrak bir bel hareketiyle benden uzaklaşmayı başardı. Ama benden öyle kolay kurtulamazdı! Bana ne kardeşim ben genel yayın yönetmeni değil, muhabir olmak istiyordum. Onun için de mutlaka Hürriyet’te staj yapmalıydım.
Ertesi gün, sabahın köründe Hürriyet Haber Ajansı, Eskişehir Bürosu’na gittim. Baktım, benim asabi sabahın o saatinde oturmuş, gazete okuyor. Fotoğraf çekerken ne kadar ciddiyse, gazete okurken de o kadar ciddiydi adam. Suratında hiçbir tepki yoktu. İçeri girdiğim andan itibaren, suratıma acayip, acayip bakmaya başladı. Ona yamyam olmadığımı, sadece stajyer olmak istediğimi söyledim.
Aslında bu cümle ile kölelik sözleşmeme de imza atıyordum ama o zaman olacaklardan haberim olmadığı için ayaklarım yere değmeden konuşuyordum. Adamın bana özel bir kini vardı galiba, daha ben lafımı bitirmeden, yeni stajyere ihtiyaçları olmadığını söyledi. Huysuz biri olduğunu hemen anlamıştım, ama bir huysuz yüzünden gazeteciliği daha başlamadan bırakmaya da hiç niyetim yoktu. Ağzından girdim, burnundan çıktım. Sonunda stajyer kılığına girmiş bir köle olduğuma beyefendiyi inandırabildim.
Şef, derslerimden artan bütün zamanımı büroda geçireceğime söz vermem üzerine, beni stajyer olarak aldı. Aldı almasına ama gençliğimin de, en güzel günlerini öldürdü. Bütün arkadaşlarım kızlarla gezerken, ben Küflü İşhanı, 1 numaralı büroda ömür tükettim. Zor beğenirdi, sinirliydi ama iyi gazeteciydi. Gazetecilikle ilgili bildiğim temel bilgileri, bana hep o öğretti. İlkeli gazetecilik konusunda hep onu örnek aldım. Kenan Şanlıer, beni gerçek bir muhabir olarak yetiştirdi.
Gerçi gazetecilik öğretiyorum diye, tam iki sene boyunca beni çaycı, ofis boy, temizlikçi ve karanlık oda sorumlusu gibi ağır sorumluluk isteyen görevlerde çalıştırdı. Bu arada gazetecilik adına yaptığım tek iş ise, bölge muhabirlerinin el yazısı ile yazdıkları haberleri daktiloya geçirmekti.
Hürriyet Haber Ajansı’nın kapısından girdikten tam iki sene sonra, üniversite 3. sınıfta ilk haberime gittim. Karısını doğrayan adamın fotoğrafını çekerken elim ayağım birbirine karıştı. Polisin verdiği basın açıklamasını kaptığım gibi büroya döndüm. Şef aynı haberi bana 10 kez baştan yazdırdıktan sonra, İstanbul’a göndermeme izin verdi. Ben ilk haberimin yayınlanmasını 15 gün umutla bekledim. Ama yazı işlerindekiler konunun önemine vakıf olamadıkları için, benim haberimi yayınlamaya değer görmediler. Neyse, haberlerim kullanılmasa da, gazetecilik adı altında çay kahve servisi yapsam da, ben bu gazeteciliği sevmiştim. Gazetede staj yapıyordum ya, havamdan kimse yanıma yaklaşamıyordu.
Ne olursa olsun gazetecilik yapmalıydım. Stajyer öğrenci olmak bile, insana büyük ayrıcalık kazandırıyordu. Bir de gerçek gazeteci olduğumu düşününce, heyecandan her tarafım ayrı titriyordu. İletişim fakültesini bitirmek, dört yıl boyunca Hürriyet Haber Ajansı Eskişehir Bürosu’nda staj görüntüsünde çaycılık yapmak da, gazeteci olmama yetmemişti. Eh ne yapalım, bir de gazete patronunun açtığı okulu bitirip, şansımızı deneyelim dedim. Ve üniversiteden sonra Hürriyet Vakfı’nın açtığı Erol Simavi Özel İletişim ve Eğitim Merkezi’nde, Orhan Birgit ve Hasan Yılmaer denetiminde, piyasanın en iyi gazetecilerinden, bir sene boyunca gazetecilik eğitimi aldım.
Okulda yaptıklarım bir başka kitap konusu olur. Erol Simavi’nin okulunu bitirince, doğru Hürriyet’in Ankara Bürosu’na stajyer olarak atandım. Ben gazeteci olamadan, stajyerlikten emekli olacağım gibi bir his vardı içimde, ama ‘neyse, görev görevdir,’ dedim ve hemen Ankara’ya döndüm. 1 Ağustos 1991 tarihinde, Ankara Büro’nun kapısından içeri girdim ve doğruca Ankara Temsilcisi’nin odasına çıktım. Eh, boru mu, bu sefer torpilim çok büyüktü.
Gazetenin sahibinin okulundan mezun olmuştuk ve tüm gazete içinde, adımız ‘Simavi’nin Çocukları’na çıkmıştı. Bu durumda kimse bizi işe almamak gibi bir şeyi aklından bile geçiremezdi. Elimizde, kapı gibi, gazete patronunun adı yazılı belgeler vardı. Baktım, temsilci sekreteri beni içeri almıyor. Ben de kapının önünde odadan çıkmasını bekledim. Hiç beklemediği bir anda, patronun okulundan mezun olduğumu gösteren belgeyi gösterip, onu etkileyecektim.
Tam o arada kapı açıldı. Üç kişi aynı anda çıkmaya çalıştığı için hiçbiri dışarı çıkamadı. O kadar heyecanlıydılar ki kapıdan çıkmaya çalıştıklarını unutup, tekrar içeri girdiler. Tabii bu kargaşadan istifade, ben de içeri süzülüverdim. Sanki ben yokmuşum gibi, hararetli hararetli konuşmalarına devam ediyorlardı. Bir ara elimdeki patronun kartını gösterip, susmalarını sağlamayı düşündüm. Ama daha ilk günden böyle bir çıkış yapıp, sanki gövde gösterisi yapıyormuş gibi bir duruma düşmemek için beklemeye karar verdim.
Uzun boylu, iri yapılı adam, bardağı ile oynuyor ve yanındaki gözlüklü, zayıf ve saçları hafif dökülmüş, acayip bakışlı adama heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu. İri yapılı adam, çok süratli konuştuğundan, söylediklerini takip etmekte zorlanıyordum. Ama alışkanlık meselesi herhalde, karşısındakiler sanki çok normalmiş gibi davranıyorlardı. İnce yapılı, gözlüklü ve hafif kel olanı, iri yapılı adamı dinliyor gibi görünürken, bir yandan da sürekli, “Nöbete gönderecek adam lazım. Bana, nöbete gönderecek adam lazım. Cumhurbaşkanlığının 17’nci kapısında adam yok. Özal oradan kaçabilir. Orayı kontrol altına almazsak, olacaklardan sorumluluk kabul etmem!” gibi, acayip laflar ediyordu.
Bu arada, uzun boylu olan, sonradan adının Fatih Çekirge olduğunu öğrendiğim kişi, yine sonradan adının Enis Berberoğlu olduğunu öğrendiğim adama dönerek, ”Al işte, gönder bunu,” dedi ve bu cümleyle benim hayatım karardı. Aylar boyunca, onun bunun kapısının önünde nöbet bekleyip, girenin çıkanın fotoğrafını çekmekten, özel hayatım kalmadı.
Geriye dönüp baktığımda Hürriyet haber Ajansı Eskişehir Büronun kapısından içeri gireli 39 yıl olmuş. Bu yıllar boyunca gazeteciliğin her alanında görev yaptım, stajyerlikten gazete yöneticiliğine, gazete patronluğuna kadar birçok pozisyonda bulundum. Ama muhabirliğimden hiç vazgeçmedim, içimdeki o stajyer muhabirin heyecanını hiç öldürmedim. İşte ben böyle gazeteci oldum.
Erdal Güven
KGK Danışma Kurulu Üyesi